ÇoÇoDer Röportaj Serisi- 1 : Büyüklerin Tasarladığı Bir Oyunda Oynamak

ÇoÇoDer Röportaj Serisi- 1 : Büyüklerin Tasarladığı Bir Oyunda Oynamak

0 Yorum

Çorapsız Çocuklar Derneği Blog Ekibi olarak yeni bir seriye başlamış olmaktan mutluluk duyuyoruz. “ÇoÇoDer Röportaj Serisi” başlığı altında uzmanlar, gönüllüler ve birçok farklı kişiyle çocuk işçiliğine dair paylaştığımız duyguları ve bilgileri size de blog üzerinden iletiyor olacağız.

Serinin ilk röportajlarını bizim için oldukça önemli bir tarih olan “12 Haziran Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü” için hazırladık. Bu önemli günde çocukluğunda çalışmak durumunda kalmış kişilerle röportaj yapmanın, onların hikayelerini sizlere aktarmanın daha anlamlı olacağını düşündük.

Herkese iyi okumalar dileriz.

Merhaba, öncelikle biraz sizi tanımak isteriz. 

1992 yılında Batman’da bir köyde dünyaya geldim. Ailemin anlattıklarına göre,  kendi kendine yeten bir ekonomiye sahip iken köyü terk etmemiz gerekmiş ve Manisa’nın Salihli bölgesine yerleşmişiz. Burayı tercih etmelerindeki sebeplerin başında, köyde edindikleri tarımsal bilgiyi ve beden gücünü kullanarak hayatlarını devam ettirecek ekonomik kazanç sağlamakmış. Pamuk tarlalarında, üzüm bağlarında ve tavuk çiftliklerinde çalışmışlar. Buradan sonra İstanbul’a göç etmişler çünkü bulundukları yerde yaşam koşulları oldukça zormuş. Ben de okula burada başladım. İlkokul, ortaokul, lise ve hatta üniversiteyi İstanbul’da okudum. Şu anda mezunum ve iş arama sürecindeyim. Aynı zamanda akademik olarak hedeflerim var, bunları gerçekleştirmek için şartlarımı zorluyorum.

Sizin için çocuk işçiliği nasıl başladı? Sizi çocuk işçiliğine yönelten nedenler hakkında bilgi verebilir misiniz?

Hafızam beni yanıltmıyorsa, Fransız bir şairin: “Yaralarım benden önce de vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum.” şeklinde bir söylemi vardı. Sorduğunuz soruyu cevaplamadan önce aklıma bu söylem geldi çünkü benim işçiliğe başlamam benden önce açılmış bir yarayı üzerimde taşımam anlamına gelmekteydi. Üzerimde taşıdığım yara ise yoksulluk olarak tanımlanabilir.

İçinde bulunduğumuz süreçte de oldukça sert bir şekilde deneyimlediğimiz yoksulluk bir miras gibi ebeveynlerden çocuklarına kalıyor. Tabi aradan sıyrılanlar oluyor; mesela milyonlarca kişinin girdiği sınavda bir veya iki yoksul çocuk başarı gösterdiğinde televizyon ve yazılı basında günlerce yer ediniyor. Herkes gibi bizler de bunu görmekteyiz. Buradan da anlaşılacağı üzere, yoksul ve kültürel sermayesi bulunmayan bir ailede doğan çocuğun bu zinciri kırması oldukça zor. Aksi takdirde bu durum haber değeri taşımazdı diye düşünüyorum. Bu durumu özetleyen harika bir Jacques Prevert şiiri vardır:

SARDALYECİ KADINLARIN TÜRKÜSÜ

Dönün bakalım dönün                                                                       

Ufacık kızlar

Dönün fabrikanın etrafında

Handiyse girersiniz siz de içeri

Dönün bakalım dönün

Balıkçı kızları

Balıkçı yetimleri

Beşiğinizin etrafına dizilen

Melekler vardı ya hani

Belli fabrika sahibinden para yedikleri

Tutup alınyazınızı yazmışlar

Yazılacak birşey olsaydı bari

Siz yok yoksul yaşayacaksınız

Biçok da çocuğunuz olacak

Ama biçok çocuğunuz

Onlar da yok yoksul kalacak

Onların da biçok çocuğu olacak

Ama biçok çocuğu

Biçok çocuğu ama

Dönün bakalım, dönün

Ufacık kızlar.

Dönün fabrikanın etrafında

Handiyse girersiniz siz de içeri

Dönün bakalım dönün

Balıkçı kızları

Balıkçı yetimleri

Şiirde de çok güzel bir şekilde vurgulandığı gibi, etrafında döndüğüm tekstil atölyelerinde, seyyar satıcılık, ayakkabı boyacılığı, selpak satmak gibi çeşitli işlerde çalışmak zorunda kaldım. Bu çalışma ekonomik bir zorlama neticesinde oldu. Yani yoksulluk, çocuk işçi olarak çalışmama neden oldu.

Bu süreçte karşınıza çıkan zorluklar nelerdi? Ailenizin ya da çevrenizdekilerin bu duruma karşı davranışları nasıldı? Rahatsız hissettiğiniz durumlar ya da davranışlarla karşılaştınız mı?

İnsan da birçok canlı türü gibi hayatı oyun oynayarak, oyunlar kurgulayarak öğrenen bir canlıdır. Bir çocuğun  oynaması gereken döneminde yaşıtları ile oyun oynayamaması üzerinde durulması gereken bir noktadır.

Çocuğun kurgulaması gereken oyun dışında; kurgunun öznesi olması ve büyüklerin tasarladığı bir “oyunda” oynamak kuşkusuz eksik yaşanmış bir hayat anlamına gelir.

Dolayısıyla çalıştırılan çocuk veya çalıştırılmak zorunda bırakılmış, büyüklerin kurguladığı oyunun acımasızlığına da dâhil olmuş olur. Ben de bu zorlukları yaşadım. Bir kısmı travma olarak benimle beraberdir.

Bunların birinden bahsetmem gerekirse, lise okuduğum zamanlarda yaptığım çeşitli işlerden birisi olan inşaat işçiliğidir. İnşaatın 3. katından dengemi kaybederek düştüğümde şunları duymuştum: “Şunun sigorta girişini yapın da başımıza bela olmasın.” Bunu söyleyen patronumdu ve söylediği kişi de ustamdı. O gün sigorta girişim yapıldı ki başlarına bela olmayayım. İnşaattan düşmem yetmezmiş gibi bu söylem de psikolojik olarak hasara uğramama sebep oldu.

Bunun dışında zabıtalar, diğer seyyar satıcıları… Bunların hepsi zorluk olarak karşıma çıkıyordu. Bedenimin yorulmasından, sınıf arkadaşlarımı gördüğümde yaşadığım utanma duygusundan ve nicelerinden bahsetmiyorum bile.

Çocuk işçi olduğunuz dönemde hoşnut olduğunuz bir durum oldu mu? Bu dönemde kurduğunuz hayaller nelerdi?

Yaşıtlarım ile beraber çalıştığımızda, yaptığımız işi oyuna dönüştürüyorduk. Bu, bu denli olumsuz bir durumu biraz daha katlanılır kılmaya yarıyordu.  Çocukken kurduğum hayaller arasında Adidas’ın “süperstar” ayakkabısına ve Timberland’ın sarı botlarına sahip olmak vardı.

Bununla beraber İstanbul Üniversitesi’nde okumak gibi bir hayalim de vardı. Ayakkabıları alamadım ama istediğim üniversiteden mezun oldum.

 Çocuk işçiliği yaptığınız dönem ne kadar sürdü?

Çocuk işçiliğim, büyük işçi olana kadar sürdü. Çocukken parçalı işler yaptığımı belirtmiştim. Bazen ara verdiğim oluyordu ama bu aralarım genelde çok uzun sürmüyordu.

Hayatınızda hangi noktada “Ben çocuk işçiyim.” dediniz?

Çocuk işçi kavramından ziyade çalışmak zorunda olan çocuk veya çalıştırılan çocuk kavramlarını kullanmak daha doğru olabilir diye düşünüyorum. O dönem bir akvaryumda yaşıyordum ve akvaryumda yaşayan kişi akvaryumda yaşadığını bilemeyebilir. Akvaryumun dışından yani çocukluğumun dışına çıkarak baktığım da  “Ben çocukken de işçiymişim.” diyorum.

Şimdi bu alanda mücadele eden bir STK olarak bize önerileriniz nelerdir? O zamanlarda var olsaydık bizden neler yapmamızı isterdiniz?

Bu alanda çalışan, emek sarf eden tüm kişi ve kuruluşlar önemli bir teşekkürü hak ediyor. Bununla beraber, bu kurumların kavramları doğru kullanmaya dikkat etmeleri gerekiyor. Örneğin çocuk işçi kavramı çocuğun bir iradesi varmış gibi bir algı yaratabilir. Bunun yerine çalışmak zorunda bırakılmış çocuk veya çalıştırılan çocuk gibi kavramlar sorunu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Bir başka önerim ise, çalıştırılan çocuklar meselesini ekonomik durumdan bağımsız değerlendirmemeleri gerektiğidir. Çocuk emeğinin sömürüsü bir sonuç olarak ve konu bağlamından koparılmadan, bütüncül bir şekilde değerlendirilmelidir.

Röportajımıza katılımınız ve paylaşımlarınız için teşekkür ederiz. *

*Röportaj sahibinin isteği üzerine anonim olarak yayımlanmıştır.

+ yazı

Elif Yıldız. 24 yaşında, hukukçu ve İstanbul’da yaşıyor. ÇoÇoder Blog ekibinde yazar ve editör.

Elif Yıldız

Elif Yıldız. 24 yaşında, hukukçu ve İstanbul’da yaşıyor. ÇoÇoder Blog ekibinde yazar ve editör.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacaktır.